2000 yıllık bir geçmişe sahip, tarih içerisinde yörede yaşamış çeşitli uygarlıkların izlerini taşıyan Şavşat, Doğu Karadeniz Bölgesi’nin en doğu kesiminde bulunan Artvin’e bağlı, Gürcistan sınırındaki bir yerleşimdir. Doğanın sınırsız güzellikler sunduğu bu coğrafya, farklı diller ve seslerin farklı kültürlerle birlikte uyum içinde barındığı bir yerleşim dokusu olarak dikkat çekmektedir. Meskhetya Krallığı, Arap, Bağratlılar Dönemi, Hazar, Selçuklu, Gürcü Egemenlik dönemi – Kraliçe Tamar dönemi, Cakeli Egemenliği, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti geçmişi ile bu bölgenin çoğulcu kültürünün izlerini taşımaktadır.
Şavşat ve çevresi ülkemiz topraklarındaki birçok yerleşim gibi alt kültürler açısından çok zengin çevreler oluşturmaktadır. Her ne kadar söz konusu kültür, homojen bir yapı almaya başlamış olsa da altkültürlerin farklılığı konut mimarisinde kendine özgü değerleri hâlâ yaşatmaktadır. Yerleşim bölgesi, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan vb. farklı inançların yanında Çerkez, Laz, Gürcü, Hemşinli gibi Kafkas ve Karadeniz halklarının yüzyıllar boyunca dinsel ve kültürel boyutta birlikte yaşamanın örüntülerini kentsel ve kırsal yerleşimlerine yansıttığı bir karaktere sahiptir.
Anadolu ve Karadeniz uygarlıklarının ortaya çıkardığı kültürel zenginliğin içerisinde Gürcüler, yüzyıllar boyunca işgaller, savaşlar ve sürgünlerin acısını yaşamış, doğanın ve insanın yarattığı tahribata direnerek özel bir doğa parçasında özgün bir yaşam çevresi oluşturabilmeyi başarmıştır. Müslüman Gürcüler kendilerine kendi aralarındaki bir iç tanımlama olarak “Çveneburi” (Gürcüce: Bizden, bize özgü) deyimini kullanmışlardır.
Çveneburiler, farklı dönemlerde Türkiye’ye göç etmişlerdir. Asıl büyük göç dalgası, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın (93 Harbi) ardından başlamış olup, Türkiye ile Gürcistan arasında yeni bir sınırın çizilmesine dek devam etmiştir. (3) Gürcistan dışındaki en büyük nüfus yoğunluğu Türkiye’de özellikle Artvin’in Şavşat yerleşimindedir. Bugün Gürcü kökenlilerin nüfusunun ortalama 1 milyon olduğu tahmin edilmektedir. “Gürci Köyleri” adlı kitabın yazarı İsmetzade Doktor Mehmed Arif’in yaklaşık yüz yıl önce yazdıkları yorumlanırsa, göç edenlerin daha o tarihlerde yeni yerlerini benimsedikleri ve dönmeyi düşünmedikleri sonucuna varılabilir.
KIRSAL MİMARLIK VE KONUT KÜLTÜRÜ
Doğu Karadeniz Bölgesi’nde evler birbirine benzer gibi görünse de, detaylı bir yaklaşımla yerleşim ve mimarlık açısından farklar görülmeye başlar. Laz evlerinin, Gürcü ve Hemşin evleri ile iç ve dış mekânsal farklılıklar göstermesi, farklı kültürlerin yapı öğesindeki belirleyiciliğinin somut kanıtıdır. Hemşin evleri taş ağırlıklı, Laz evleri ise taş ve ahşap karışımından oluşmaktadır. Gürcü evleri ise temelden çatıya dek ahşap yapı elemanları ve malzemelerinden oluşur. Çok daha mekânsal detaylara sahiptir.
Şavşat yöresinde tümüyle ahşaptan yapılmış yapılar, farklı bir yapım tipolojisinin ve farklı bir geleneğin örneklerini sergilerler. Evlere yaklaştıkça kırsal mimarinin sade ve gösterişsiz boyutları dikkati çeker.
Şavşat Gürcüleri, köy geleneklerini koruyan bir halktır. Kış şartlarının çok ağır olması ve uzun sürmesi, yılın geri kalanında insanların yoğun biçimde çalışmasını gerektirir. Şavşat köylerinde yaşayan insanların temel geçim kaynağı, küçük ölçekli bitki tarımı ve hayvancılıktır. Çeşitli işlerin yardımlaşma, dayanışma yoluyla yapılması köklü geleneklerden biridir. Evler hep birlikte imece usulü yapılır. Çok eski çağlardan beri bağ ve bahçecilik yöre insanı için çok önemli bir uğraş olmuştur. Bu geleneğin Gürcü tarihindeki Kraliçe Tamara’ya dayandığına inanılmaktadır.
Çok eski çağlarda Tamara’nın bolluk ve bereket içinde halkını yaşatmasının altında önceden yaptıkları büyük gıda stoklarının önemine vurgu yapılmaktadır. Kendiside bir Gürcü olan Hasan Bey, halkın bu gelenekten dolayı her zaman iki, üç yıllık gıda (insan ve hayvanlar için) depolamayı alışkanlık haline getirdiklerini söylemektedir. Meyve ve sebzelerin çoğu kurutularak kışın tüketilmek üzere ambarlarda korunur. Uzun balkonları bulunan ahşap evlerin mimarisi bu işlere uygun olacak biçimde tasarlanmıştır. (9)
Yerleşimde yer alan konutlar, evin oğulları, eşleri ve hatta torunlarını barındırabilecek bir örgütlenmeye sahiptirler. Yeni evlenecek çocuk olduğunda yatak odası grubu doğrusal biçimde artırılır ve ek girişlerle büyütülür. Bu özellik, yerleşimdeki 2-3 konutluk kümelerin oluşum nedenlerinden biridir. Yaşlılara çok önem verilen yörede, sadece yaşlı nüfusun barındığı çok sayıda eve rastlanmıştır. Fazla giriş kapısı bulunan evlerin ikincisi konuk kabulüne ayrılmış olup, kadın erkek ayırımına işaret etmemektedir. Bunda heterojen etnik yapılanmanın ve kırsal alanlardaki pragmatik din kültürünün etkisi büyük olmuştur.
Araştırılan köylerde halkın önem verdiği ana noktalardan biri, evlerinin dokunulmazlığı ile eş ve çocuklarının güvenliğidir. Bu kaygının bir göstergesi, her evin bitişiğindeki avluyu çevreleyen yüksek çit ya da duvardır; ikincisi köy sakinlerinin dışarıya gösterdikleri dayanışmadır. Dolayısıyla evler dağınık olsa bile kümeler halinde yapılmıştır, böylece bu dağınıklık içinde bile korunaklı bölgeler oluşturulmuştur.
Bir Gürcü ailenin günlük rutin işlerinin birçoğu, sadece evin sınırları içinde yürütülemeyecek eylemlerdir. Erkekler çoğu zaman tarlada çalışır ya da kahvehanede otururken, kadınlar ve çocuklar zamanlarının büyük bölümünü tarlaya gidilmediği sürece yakın çevrede geçirirler.
Evi tamamlayan yapılar, merek, ambar veya “bagen” denilen yüksekçe bir tahıl sundurmasıdır. Bazen bu yapıların altı, “köm” adı verilen koyun-keçi cinsinin kışın barındığı alanlar olarak da kullanılmıştır. Bu yapı, sayısız denemenin kazandırdığı ustalıkla son derece doğal bir eyleme hizmet etse de üretimi kutsayan, ürüne armağan edilmiş bir yapıt olarak karşımıza çıkar. Ev ve bagen mimarisi ve evin etrafındaki kazıklı çit, Gürcü köylerinin ayırt edici bir özelliğidir.
Ev yapımına ahırdan başlanılır. Ahırın üstü, alt ev olarak daha korunaklı olduğu için genelde kışın kullanılır. Kat yüksekliği 225-240 cm. arasında değişen bu bölümde, önde içinde ocağın yer aldığı bir mutfak, iki oda, ortada sofa şeklinde ortak kullanım alanı olan bir salon (avlu), bir misafir odası ve bir ambar bulunur. Evlerin çatı katı portatif bir ahşap merdivenle çıkılarak depolama ve gıda kurutma amaçlı kullanılmıştır. Katlar arası evin ahşap olan yatay kirişlerinin çürümemesi için, yağmurdan ve kardan korunmak amacıyla küçük ahşap parçalar yapılmıştır. Günümüzde bu elemanlar sacdan yapılmaktadır.
Evler temelden tepeye kadar hiçbir yerinde, kapı pencere dahil madeni malzeme kullanılmadan yapılırdı. Kapılarda menteşe yerine, altta üstte 3×5 cm. çapında çıkıntılar olur ve eşikteki deliklerine oturtulurdu. Bu yöntem hâlâ ahır kapıları ile yayla evlerinin kapılarında uygulanmaktadır. Bu özelliğinden dolayı yöre evleri, gerektiğinde sökülüp başka bir yerde yeniden kurulabilme özelliğine sahiptir.
Evlerde üst ve alt kat arasında bağlantıyı kolaylaştırmak için genellikle salon adı verilen orta alanda bir merdiven bulunmaktadır. Bu merdivenin üst evlere açılan kısmı düzgün kapaklı olup, merdiven kullanılmadığı zaman ısısal kayıpları önlemek için kapatılır. Yerleşimdeki evlerin çoğunda balkonların manzaralı tarafında, konukların da yararlanması için odaya yakın bir yerde “köşk” adı verilen 1.5-2 metre genişlikte bir çıkma yapılır. Çatılar eskiden “pedevre” denen ince tahtalarla örtülürdü. Şimdilerde ise sac ile örtülmektedir.
Köyler arası mesafelerin bazen 2-3 saati bulduğu yerleşimde, özellikle kış aylarındaki olumsuz hava koşulları ve ulaşımdaki güçlüklerden dolayı hemen her evde mutlaka bir misafir odası bulunmaktadır. Bunun yanında halkın geleneksel yaşamında misafir ağırlamak ciddi bir iştir. Tanrı gönderdiği için misafir kutsaldır, dolayısıyla “evde son ölecek kişi misafirdir” inanışı hâkimdir.
Yöre evlerinin en önemli yeri, evin en işlek kısmı olan balkonlarıdır. Sosyal ilişkilerin yoğun yaşandığı bu yerleşmede insanlar balkonları aracılığıyla karşılıklı akardeon çalıp eğlenirler. Balkonlar aynı zamanda belirli yerlerden tuvalet mekânı olarak kapatılmış, böylelikle yaşanabilecek teknik problemlerin dışarıdan müdahalesine de imkân verecek şekilde planlanmıştır.
Yöresel gelenekler, Türkiye’nin bu ücra köşesinin her yerinde görülse bile, birçoğu da modern hayat dediğimiz o koskoca denizde eriyip gitmiş. Yine de halk bunlara mümkün olduğu kadar sahip çıkmaya kararlı. Korudukları geleneklerin başında yayla gelmektedir. Yayla konutları genellikle yakın çevreden sağlanan yapı malzemesi kullanılarak basit bir şekilde inşa edilmişlerdir.
Yayla konutlarında kullanılan alanın önemli bir kısmı, hayvancılık ekonomisine uygun olarak hayvan barınaklarına ve hayvansal ürünlerin konulduğu eklentilere ayrılmıştır. Yaylalara yaz aylarında çıkılıp kışın başında köylere dönülmektedir.
ŞAVŞAT GÜRCÜ KÖYLERİ
Şavşat’ın kırsal dokusu, değerlerle yüklü birçok Anadolu köyü gibi, içinde varolan ve yaşatılmayı bekleyen kültürel değerleriyle barışıktır. Sakinlerin çoğu özellikle kış aylarında yerleşimde bulunmasalar da, komşuluk ilişkilerini, sosyal değerlerini, kültürel sorumluluklarını yaşatmaya özen gösteriyorlar. Şavşat’ın demografik yapısını % 65 Kıpçak Türk’ü, % 35 Gürcü kökenli insanlar oluşturur. İlçe, 1 belde ve toplam 70 köyden oluşur. Bu köylerin 10’u Meydancık Beldesi’ne (İmerhev) bağlı Gürcü köyleridir.
Çağlıyan (Khevsrul) Köyü
Şavşat’a bağlı bir Gürcü köyüdür. İlçeye 32 km. uzaklıkta bulunan köy, bazılarının arasında mesafenin bir saate kadar çıktığı 8 mahalleden oluşmaktadır. 150 haneli köyün resmî nüfusu 1.300’den daha fazla olmasına rağmen, son 50 yıldır devam eden iş göçleri nedeniyle nüfus kışın 100’den aşağı düşmekte, yazın ise bu rakam 500’lere kadar çıkmaktadır. (17) Köyün adı ince, küçük derelerin birleştiği yer anlamına gelmektedir. Özgün dokusunu koruyan nadir köylerden olup, yapılar tamamıyla ahşaptır.
SONUÇ
Şavşat, bir başka Karadeniz gibidir. Sadece doğasıyla değil, tarihi, sosyal yapısı ve mimarisiyle kendine özgü farklı bir bölge özelliği göstermektedir. Akıl almaz sürprizlerle dolu bir coğrafya içinde çıplak sarp kayalıklar bir anda ücra köylerde Ortaçağın görkemli kiliselerine; derin, ürpertici kanyonlar, ağaçların meyvelerini taşıyamadığı cennet bahçelerine; yemyeşil yaylalar, sapsarı bozkırlara dönüşebilmektedir. Çünkü Doğu Karadeniz’in en bakir köşeleri, en baş döndürücü manzaraları, en yontulmamış yaşamları burada yer almaktadır.
Şavşat Gürcü yerleşimi, bölge insanının coğrafyaya karşı mücadelesini, günlük hayatındaki zorlukları aşmada bulduğu çözümleri, barınma ve günlük ihtiyaçları için giriştiği arayışları, kısaca yaşama bakışını anlamaya tanıklık eden bir dokuya sahiptir.
Yerleşimin yeşille bezeli yamaçlarına kondurulmuş son derece işlevsel, bir o kadar da şiirsel bir modeli olan ahşap evler, birçok kırsal mimarimizin renkleri gibi solmaya başlamıştır. Şavşat ve köylerini bekleyen çevre kirliliği, hızlı göçün yaşanması ve ekonomik nedenlerden çok daha fazla tehditler oluşturmaktadır. Yerleşim, artık gerek iç turizmin ve gerek dış turizmin en cazip merkezleri haline gelmeye başlamıştır. Özellikle yaz aylarında bu bölgede aşırı nüfus yoğunluğu oluşmaktadır. Bu da yörenin çok hızlı bir şekilde kirlenmesine yol açmaktadır. Şavşat için gelir kaynağı, kalkınma çözümü olarak önerilen turizm işletmeciliğinin böyle bir tehlikeyi de beraberinde getireceğini asla unutmamak gereklidir. Bütün bu sorunların ayrıca kültürel kirlenmeye de yol açabileceği unutulmamalıdır. Doğal çevreyi korumak insanlığın geleceği için ne kadar elzem bir tutumsa, geleneksel dokuyu ve bu dokuyu oluşturan mimarlık ürünlerini de korumak o kadar gerekli bir tutumdur. Gürcü Şair İlia Cavcavadze, “Yalnız kalırsa toprak sürülürken… ve öyle ölüyorlar sessizce, umarsız koyma bu kadim dostunu, o seni yaşatsın sen yaşat onu” diyerek korumanın anlamlı büyüsüne bütün insanları davet etmektedir.