”Unutulan Göç’ün” Sorhun’da yaşayanlarda etkileri var mıydı?
Sakarat Dağları eteklerindeki köyümüzün kültürünü, insanlarının ruh halini anlamamız için “Unutulan Göç”ün yaşandığı dede topraklarına uzanmamız gerekiyor. Bayburt yakınlarında hayat bulan Çoruh, kuzeye doğru coşkun, telaşlı zaman zaman da azgınlaşarak akar. Pazaryolu yakınlarından geçer, Ispir’e selam verdikten sonra sonra Yusufeli’nin tam orta yerinde Barhal suyuyla kucaklaşır. Biraz sonra bir başka hasretin kucaklaşmasına tanıklık ederiz: Tortum Çayı ile güçlenen Oltu Çayı Çoruh’la birleşir. Karcal Dağları’nın doğu yamaçları ile Yalazuğ Çam Dağları’nın batı yamaçlarından toplanan Şavşet suyu Şartul’da Berta deresi ile kocaman bir çay olur Artvin yakınlarında Çoruh’a katılır. Artvin’i geçtikten sonra Murgul suyu ve Borçka içinde Cıhala Deresini’ni de alan Deli Çoruh, Maradit’den sonra Macahel ve Acara suyunun da katılımıyla Batum yakınlarında sevdalısı Karadeniz’e kavuşur.
Çoruh’un batısında Kaçkar, doğusunda Karcal Dağları yükselir. Karcal’ın dorukları 3 bin 445 metre yüksekliktedir. Sorhun’a yerleşenlerin büyük çoğunluğu Karcal’ın kuzeydoğu eteklerinde Ciğöriğeli vadisindeki altı köydendir: Kxevcurul (Çağlayan) Zakiyet (Yağlı) Bazgiret (Maden), Zios (Tepebaşı) Daba (Demirci) ve Ube’den (Oba). Karcal’ın Chuğori (Çukur) Vadisi’ndeki Çiğishev (Yanıklı) ve Yalazuğçam Dağları’nın eteklerindeki Ardanuç’un Kasniya ve yakın köylerden gelenler ise Kasniya mahallesi ile Yeşil Tepe’deki komşularımızda.
Kxevcurul, Zios ve Bazgiret arasında Kıyat Ormanlarının görkemli soçi (göknar) ağaçların özlemi Sorhun’da yaşayanlar arasında dilden dile dolaşırdı. Göçe 7 yaşında katılmış olan Hato Nene’nin Kıyat’taki tarlalarını anlatırken gözlerinden elma kırmızısı yanaklarına dökülen yaşlar, çocuk dünyama anlatılması güç hüzün tortuları bırakmıştır.
Ziyos’la Ube arasında akan Ciğorihevi deresi Rabat yakınlarında Berta deresine karışır. Berta suyu Şartul’da Şavşet suyu ile birleşerek güneye doğu akar; Artvin yakınlarında Çoruh’la buluşur.
“Unutulan Göç”e tanıklık eden coğrafyada kağnı arabası bile yoktur. Kızaklar çayırlardan ot, ormanlardan neker (meşe yapraklarının kurutulması) ve odun taşır.
Sorhun insanın ruhu ne kadar Sakatat Dağları’ndaki ormanların serinliğinden beslenmişse o kadar da Karcal’ın doğu eteklerindeki köylerin rüzgarlarının özlemiyle nefeslenmiştir. İnsanlar iki yurda sahiptir, iki dil konuşur, yaşadıkları topraklara olduğu gibi, atalarını bıraktıkları topraklara da özlemle ve yürekten bağlıdır.
Yılbaşlarında oynanan berobanay, deli horon gibi oyunlar Karçal’ın eteklerinden gelmedir. Marioba geleneğini benim yaşımda olanlar özlemle andığımız geleneğimizdir. Köyün kıyısındaki tarla napuzarı’dır; yağ koyulan tahta kap külektir; kolopadır.
Sorhun’a yerleşen başlıca aileler nereden geldi?
Sorhun’un halkı Artvin’den Şavşet ve Ardanuç’un köylerinden gelip Niksar’a yerleştiler. Köyümüz Sorhun’la birlikte, Tepeyatak, Pöhrenkli, Kavaklı, Gidiver, Ekincik, Mercimekdüzü, Musapınarı, Örenler, Patlı, Muhtardüzü, Akıncı, Osmaniye ve Ustahasan köylerinin halkı da Artvin’den göç edenlerdir.
İnsanların yüzlerce yıl yaşadıkları köylerinden, tarlalarından, tapanlarından, doğdukları ve doydukları yurtlarından koptukları “Unutulan Göç” ün zihinlerindeki korku izleri hâlâ bugün silinmemiştir dersek, abartılı bir söz söylemiş olmayız.
Sorhun Köyünün çoğunluğunu Kxevcrul(Çağlıyan) Köyünden göç eden aileler oluşturur: Pançidze (Atlı, Doğan), Davladze (Bulca, Yılmaz), Totnadze (Boğa), Revadze (Sevim) Paladze (Palaz) Goçoğlebi (Koç), Görilienti (Bozkurt), Tutienti (Aktaş) Cimhuğienti (Gürpinar) ve Mikelkmodze-Bağçienti (Başalan, Torun,) Zabitağalar (Temel), Zios köyünden göç edenler ise Sarvanidze (Temur, Çelenk, Altınoluk, Yağcı, Balcı) Bekadze (Özil, Topçam, Güner, Aydoğmuş, Ekmekçi, Gürbüz) ve Abdienti (Güneş, Yıldız) aileleridir. Bazgiret Köyünden göçenler Suaridze (Güzel, Çoşkun, Dalkıran) ve Zobienti (Altısap), Çiğisğev’den (Yanıklı) gelenler Çilhoroz’lar, Ube (Oba) Köyünden gelenler ise Şakir Ustalar ve Şaban Hüseyin diye bildiğimiz ailelerdir. Ardanuç’un köylerinden gelenler ise Norgiyal (Çakırlar) Köyünden Recepoğulları (Böğrek), Ustamel (Ustalar) Köyünden Petiyeli lakaplı (Şimşek, Çetin), Kasniya’dan Turgut’lar, Kurbanoğlu, İstanbullu, Bige (Tütünlük) Köyünden Cancurlar (Polat), Kidil (Bağlıca) Köyünden Kula Dayı’nın aileleri gelmiştir. Ailelerin köyleri, aile adları ve soyadlarında eksiklikler olabilir; o eksikler paylaşılabilirse bu kitapçığın bir sonraki baskısıyla ilgilenecek olanların işlerini kolaylaştırırız.
“Unutulan Göç”te insanların neden yurtlarım bırakıp yeni bir yurt ve yaşam yeri aradıkları hakkında bildiklerinizi paylaşır mısınız?
Bildiklerim köydeki büyüklerin kulaktan kulağa aktardıkları sözlü anlatımlara ve zaman içinde göçle ilgili okuduğum kitap ve belgelere dayanıyor. Hemen söylemeliyim ki anlatacaklarımın hepsini belgelemek mümkün olmadı. Buradaki bilgileri derlerken merkez düşüncemiz çok net:
Daha önce de söylendiği gibi, hiçbir şeyin yapılmadığı yerde, anlattıklarımız yüzde 25 hakikati yansıtsa önemli bir kazanımdır. Akademisyen tarihçiler ve araştırmacılara bir temel hazırlamış oluruz; hakikat yolunu aydınlatmak isteyenleredir mum da biz yakarız.
“Unutulan Göç”ü zorlayan etkenlerin neler olduğunu öğrenebilmek için ulaşabildiğim kaynaklarda iki varsayım ağırlık kazanıyor: Birincisi Osmanlı Devleti’nin bu göçü bilerek yönelttiği tezidir. İngilizlerin Karadeniz’in kuzey kıyılarından Rumları Karadeniz sahilinde yerleştirerek Amasya merkezli Pontus’u yeniden inşa etmek için sistemli biçimde çalıştığı biliniyor. Tepki olarak Kafkaslardan Müslüman halkları göçe özendirdiği ileri sürülmektedir. İkincisi de, Kırım’da, Kafkaslarda Rusların hâkim olması ile başlayan göç, Rus Ordularının 17 Mayıs 1877 tarihinde Ardahan’ı alması, kıyım yapması ile korkuya kapılan Müslümanların kaçtığı iddiasıdır.
Göçü gerçek nedenlerini açıklayabilecek yeterli belge var mı?
Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın anıları başta olmak üzere, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşıyla (93 Savaşı) ilgili okuduğum kaynaklar göçün nedenlerini netleştirmeye yetmiyor.
Murat Bardakçı’nın yayınladığı bir belgede, Rus Orduları’nın komutan yardımcılarından birinin disiplin dışı bir davranışları olmadığı, halka çok sıcak yaklaştıkları halde halkın kitleler halinde kaçmasını anlayamadığını Rus Genelkurmayına bir raporla bildiriyor. Ayrıca Ilia Çavcavadze’nin kitle halinde göçlerle ilgili endişelerini dile getirdiği yazıları da göçün bilinçle yöneltildiği tezine yakın duruyor.
Müslüman olan Acara, Macahel, Maradit, Borçka ve Murgul Gürcüleri kadar Ardanuç köylerinin de göçe katılmasında, Ardahan düştüğünde kaçan başıbozuk askerlerin anlattıkları mezalim öyküleri etkili olmuş olabilir.
İngilizlerin Karadeniz Bölgesinde Rumları yerleştirmek istedikleri ve eski Pontus’u diriltmeye çabaladıklarına inanan Mithat Paşa gibi yöneticiler, gözden çıkardıkları Batum, Kars ve Artvin halkının göç etmesini el altından desteklemiş, planlamış ve Sultan’a da kabul ettirmiş olabilir.
Muammer Demirel’in akademik çalışmasında II. Abdülhamid’in Anadolu’yu Türkleştirme politikasına ilişkin belge sunmaktadır. Abdülhamid, İdare-i Umumiye-i Muhacirin Komisyonu ile yetinmemiş, kendisinin başkanlık ettiği Umum Muhacirin Komisyonu kurmuştur. Ortaya konan belgeler, o dönemde ülkeyi yönetenleri göçü özendirdikleri tezini destekliyor.
Batum ve Artvin dolaylarından göç Ardahan’in düşmesiyle başlamış Ayastefanos Antlaşması sonrasında sürmüştür.
Sorhun’a göç edenler 1877’deki ilk kafileler arasındadır. Büyük bir olasılıkla Mevrid-i Nusret vapuru ile Fatsa kıyılarına indirilmişlerdir. Göçerleri taşımada kullanılan Asır, Selimiye, Muhbir-i Servet, Mecidiye vapurları daha sonraki tarihlerde devreye girmiştir.
Ayastefanos Antlaşması 3 Mart 1878 tarihinde imzalandı. Rus askerleri tazminat olarak verilen Batum ve Artvin’in aralarında bulunduğu toprakları 1878’in yaz aylarında işgal etti.
Sorhun’a göç edenlerin ilk göçenler arasında yer aldığını, sahada yaptığımız çalışmalar sırasında Remzi Akaltun’un (Kurdikize) anlattığı bir öykü de doğruluyor. Gori’den kaçarak İmerhev’de Kxevcurul’a (Çağlayan) sığınan Gülağa, kışın çiğ düştüğü için eşini yitiren Pato ile evlendirilir. Pato’nun kız kardeşi Kancio’da Shalsimeri Köyünün Şoltishevi mahallesine gelin gider. Ruslar İmerhev’i ve Kxevcrul’u (Çağlayan) işgal ettiklerinde, askerler kalanlara arazileri kayda geçirirler. Ablasının göç ettiğini öğrenen Kancio, Kxevcrul’a gelir; mülklerinin başkaları üzerine kaydedip diğini öğrenince yüksek sesle ağlayarak tepki gösterir. Rus askerleri, Kancio’nun ağlamasının nedenini öğrenince, evlerini ve tarlalarını onun üstüne kaydederler. Eşi başka köyde olduğu halde Kancio köyündeki mülklere sahip çıkar. Kxevcurul’da Kurdigize ailesinin varlığı Kancio’dan gelmedir. Sorhun’a göç eden Pato’nun ailesi Gorilienti ya da Gülağa’lar diye anılır; Kurdikize Sorhun’da hiç bilinmez. Kxevcurul’da ise Kurdikize bilinen aile adıdır; Gorilienti de kullanılmaktadır; Gülağa’lar hiç bilinmemektedir.
Sözel olarak kuşaktan kuşağa aktarılan, kanıtlayıcı bir belgeye ulaşamadığımız bu bilgilere dayanarak Sorhun’a yerleşenlerin ilk göçerler olduğu değerlendirmesini yapabiliriz.
Unutulan Göç’e katılanlar hangi yolu izleyerek Fatsa kıyılarına, oradan Niksar’a geliyor?
Göçenler Zios (Tepebaşı) Napurnev, Tetraket, Sazgirel ya da Bazgiret, Gamişed, Hertvisi (Camili Yaylası) Lekoban (Kobitavi Yaylası) İndasminda (Macakhela geçidi), Funduk Yaylası, Efratı (Efeler) Zedvake (Düzenli), Hertvisi (Camili), Kobitavı (Kayalar), Mindieti (Maral) köylerini izleyerek bugün Gürcistan sınırları içinde yer alan Zeda Chikbutuneti, Kokoleti, Chikuneti, Kveda Chikbutuneti, Avjanda, Acarisagmarti, Ketkedi, Sindi eti, Kimatı Machakblispiri köylerinin yer aldığı Macakhela suyunun aktığı vadiden Batum sahillerine ulaşmış. Oradan da gemilere bindirilen insanlar Karadeniz’den Marmara’ya kadar değişik sahillerden Anadolu’ya bırakılmış, yeni vatanlarında yerleşmişler.
Kış aylarında Batum’a giderseniz Karçal Dağları’nın karlı tepelerinin eteğinde İndasminda geçidi eliniz ulaşabilecekmiş gibi yakın gözükür. Batum o dönemde Derviş Paşa’nın komutasında, Rusla¬rın saldırmadığı bir cephedir. “Unutulan Göç”ün bu ilk aşamasında, karaya çıktıktan sonra Sorhun’a yerleşilmesine kadar geçen zamanda insanların yaşadıkları sıkıntılar, yönetimlerin olanaksızlıkları, beceri eksikleri ve kendi aralarındaki çatışmalardan kaynaklanır. Sözel anlatımlardan bize kadar ulaşan bilgiler, dış etkilerle çok büyük sıkıntılarının yaşanmadığı bir göç olduğu yorumuna götürüyor. “Çok büyük” sıfatını bilerek kullanıyorum; her göçün insanlar üzerinde yarattığı zorluklar vardır; Unutulan Göç’ün zorluklarını da zihinlerden uzak tutmamak gerekir.
Unutulan Göç, Fatsa’dan Gölköy’ün Paşapınarı’na ulaşmış, orda, tam olarak saptayamadığımız bir süre kaldıktan sonra Niksar’da Sorhun Köyünde son bulmuştur.
Sizin bulgularınıza göre “Unutulan Göç”ü yöneten “önderler” hakkında bilgi varını?
Yaygın olarak bilinen, göçün liderliğini Erzurum’da medresede öğrenim görmüş Pançidze Ahmet Efendi yapmıştır. Ahmed Efendi’ye özel önem veren, onu ermişlik mertebesine ileten zayıf da olsa bir anlatım bizim kuşağa kadar gelmiştir, Mezarını ziyaret edenler olur. Başlangıçta göçte gösterdiği dirayet ve adalete olan saygının giderek Zios’dan Sarvanidze Dursun Ağa’nın da adı geçer. Bekadze Kamil Efendi de bilinen adlardandır. Sözel anlatımlardan bildiğimiz insanlar önderlik etmiştir. Kamil Efendi Rumların dağa çıktığı 1920’li yılların başlarında dağdan atılan bir kurşunla Papazın bayırında vurulmuştur.
Niksar’da ise Şavşet’in Ciğori (Çukur) Köyünden Medrese mezunu olan Talat Efendi (Muratoğullarından) önemli önderlerden biridir. Dursun Ağa, Kamil Efendi ve Talat Efendi, Pançidze Ahmet Efendi’den daha gençtir. Talat Efendi, Niksar Vergi Dairesi’nde tahsildardır; göçerlerle ilişkilerini anlatan öyküler o günlerden bugünlere gelmiştir.
Talat Efendi ikinci evliliğini Sorhun’dan Gorilienti İzzetin’in kızı Zeynep’le yapmıştır.
Fatsa kıyılarından Sorhun’a kadar göçle ilgili çocukluğunuzda neler anlatılırdı?
Zihnimde kalan izler ve daha sonra okuduklarıma göre Kxevcurul’un insanında biraz kavgacılık var. İmerhev’de yayla kavgalarına bazı kayıtlarda rastladım. Çocukluğumuzda da Ladik ve Avlunlar’la yayla kavgaları olurdu.
Silah Artvin doğasının ve geleneklerinin önemli araçlarındandır. Yedi yaşına gelen erkek çocuğa dedesinin bir silah armağan etme geleneği son zamanlara kadar yaşadı.
Göç Niksar’a geldiğinde yetkililer boş olan köylere yönlendiriyor. Pançidze Ahmet Efendiye liderlik ettiği kalabalık göç için Sorhun Köyü hedef gösteriliyor. Kafkaslardan gelen Müslüman göçerlerin arkasında kent ve kasabalardaki askeri birlikler de var. Rumların boşalttıkları yerler dolduruluyor.
Göçerler, kağnı kullanmasını Ordu’nun Gölköy ve Perşembe yöresinde öğreniyorlar Canik Dağları’nın yükseklerinden Niksar’a gelen göç Boğma Köyünün hemen güneyinde Sorhun’un karşısındaki tepelerde toplanıyor.
Göçenler, geceleri mısır tarlalarına gidip olgunlaşmaya yakın mısırları topluyor, sırtlarındaki sepetlerle (gidela) taşıyorlar. Birkaç gün sonra Rumlar tarlaların sararmasından soygunun farkına varıyor.
Göçerler hayvanlarını sulamak, ihtiyaçları olan suyu almak için Sorhun’un eteğinde Hanyeri’ndeki dereye iniyorlar. Rum gençler ile kavga çıkıyor. Yaşlılar bir yandan “vurmayın!” derken, Gürcüce vur anlamına gelen “dakkar!” diye tersini söylüyorlar. Bize kadar kalan olumsuz anlatım sadece buydu; en azından benim dinlediklerim arasında ciddi bir olay yok.
Bayramlarda yumurta boyama geleneği Kumlardan alınmıştı ve benim yetişkinlik çağıma kadar sürdü. Anladığım kadarıyla kalıcı olmadıklarını sezen Rumlar köye göçmenlerin yerleşilmesine zorluk göstermemiş, uzlaşma yolunu seçmişti. Göçerler de henüz bu yeni vatanlarında ne kadar kök salabildiklerini bilmedikleri için hoşgörü ve uzlaşmayı benimsemişti.
Bir başka belgesiz, tamamen öznel bir yorumum daha yapabiliriz: İngilizler o dönemde Rumlara büyük kiliseler için yardım yapıyor. Sorhun’daki kilise ile Ordu’nun içerisinde ve Yaros Burnu’ndaki kiliselerin yapım tarihi hemen hemen aynı, 19. yüzyılın ikinci yarısına denk geliyor.
Saha araştırmalarım Kuzey Karadeniz kıyılarından gelen Rumların bu yeni yurtlarının kalıcı olmadığını Unutulan Göç’ün kitlesel akınlarını gördükçe anlamış olmalılar. Hele Niksar’da neredeyse toplam köylerin üçte birine ulaşan köylerde Artvin’den gelen göçerler yerleşmiş, hepsi silahlı insanlar, onlarla başa çıkmak kolay değil; kalıcı olmak bir yere tutunmaktan başka çareleri olmadığı gibi var olan devlet güçlerinin de desteği var. Üstelik İngilizlerin Pontus’u diriltme planının bu kadar açığa çıkmasından sonra köylerdeki Rumların işi hiç kolay değil, özellikle 1920 den sonra Rumların dağa çıkmalarının ve mübadele ile Yunanistan’a göçmelerinin öykülerinin ayrıntılarını öğrenmek isteyen “Emanet Çehiz” adlı kitabı okumalı.
Sorhun’a yerleşen ailelerin büyük ağırlığı Kxevcrul (Çağlayan) köyünden, diğerleri de çok yakın köylerden gelme olduğu için oradan kimliğin taşınması da söz konusu olmuş mudur?
Yaygın olarak bilinen lakaplar vardır: Fiziksel olarak yapılır insanlara sahip aileler için “datvi” denmesi gibi. Göçoğlebi için bir dörtlük benim bile ezberimde kaldı. Yarı Türkçe bir söylem: “Şe Muhsine, şe Poşavo/Şen gamikziyed çemi zali/ Dayikvire Goçoğlobi/ Ramdna iknas çemi hali?” diye bir söylem.
Nenem Pançidze Başağa’nın kızıydı. En büyük amcam Pançidze’lerden söz ederken “cureğebi” derdi. Çok sonraları Şavşet’deki köye gittiğimde o yakıştırma kulağıma birkaç kez fısıldandı.
Bazgiret’in beyaz patatesi özlemle anılırdı. Her sülalenin kendine ait bir değirmen yapma geleneği îmerhev’den gelmişti. Sorhun’daki nalyalar kalmadı ama çocukluğumuzda birkaç nalya vardı; dışardan bakan bir göz burasının Kafkas yöresinden gelme halkın oturduğu bir yer olduğunu mısır kurutmak için kullanılan nalyalardan anlardı.
“Unutulan Göç”le gelenlerin ekonomik durumları hakkında duyumlarınız ve gözlemleriniz nelerdi?
Göç sonrasında toparlanma 1925’lerden sonra olmuş. Daha öncesinde İmparatorluğun dağılma süreci, ardı arkası kesilmeyen savaşlarda toplum nefes alamamış. Savaşların genel etkilerini bir yana bırakırsak, Rumların da 1924’de göçmelerinden sonraki durum hakkında doğruya yakın gözlemler anlatabiliriz.
“Unutulan Göç”te, gelenlerin sofraları, porselen kaplan, kafkas halıları, kullandığı eşyalar, Niksar ovasında hayvanları kışlatmak için satın aldıkları Komuşluk’taki araziler, Yaylacık Dağı’nın eteklerindeki obanın satın alınması belli bir gelire sahip olduklarının kanıtıdır. En azından birlik olarak, dayanışmayla yeni vatanlarında kök salmak için çok çalıştıkları anlaşılmaktadır.
Kxevcurul’da da köyün ileri gelenlerinden olan Pançidze’ler 1940’lı yıllarda Sorhun’da en varlıklı ailedir. Eşref Ağa ve Başağa iki kardeşin yılkıları, 50’ye yalan sığır ve mandaları varmış. Üç katlı çok odalı büyük evlerine biz de yetiştik. Evin önünde çok sayıda kara kovan vardı.
Bekadzeler, Sarvanidzeler, Davladzeler geçimleri iyi olan aileler arasındaydı. Daha sonra Gorilentilerin durumu iyileşti. 1940’lardan Almanya’ya işçi göçlerinin olduğu 1960’lı yılların ortalarına kadar Görilentiler köyün birinci hanesi idi. Sarvanidzeler durumunu koruyan aileler arasındaydı. Davladzeler de her zaman köyün sayılı aileleri arasında yerlerini almıştı.
Ailenizin tarihini ayrıntılarıyla araştırdınız mı? Diğer ailelerin tarihlerini de yazarak tüm köyün tarihini oluşturmak mümkün mü?
Ailemizin tarihini yazmak için 1850’li yıllara kadar inebildim. Bizim büyük dedemiz Gülağa, Gori’de vergi dairesinde tahsildardır. Gori, 1802’de Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Aile içinde bize kadar gelen söylentiye göre, 1870’li yılların başlarında, Gori’deki Rus Birliği komutanı silahlı bir askerini göndererek, “Ya bu adamla güreşip yeneceksiniz ya da para vereceksiniz” demiş.
Gülağa’nın pehlivanlık yaptığın bilen arkadaşları Rus askeriyle güreşmesi için kendisini ikna etmişler. Güreş başlayınca, yaptığı bir oyunla Rus askerini kolu üzerine sert biçimde düşürmüş. Kolu kırılan asker perişan halde kırık kolunu tutarak, tüfeğini de öteki omuzuna asıp Gori’den birliğine doğru gitmiş. Arkadaşları, vergi dairesinde o gün ne kadar para varsa hepsini vermişler, atına binip evine bile uğramadan, Haşuri’ye oradan da Borjomi’ye kaçmış. Borjomi’de konuk olduğu Davladze’ler, zaman zaman köylerine Rus askerlerinin gelip yoklamalar yaptığını, daha güvenli olması için İmerhev’in Kxevcurul köyündeki akrabalarına gitmesini önermişler. Davladzeler’in mektubuyla Gülağa üç günlük yolculuktan sonra Ahalikse üzerinden Kxevcurul’a ulaşmış.
Mektubunu ailenin ileri gelenlerine vermiş; kendisine sahip çıkan büyük ailenin işlerine yardımcı olmaya başlamış. Kxevcurul’da çalışkanlığı, dürüstlüğüyle kendini sevdirmiş.
Anlatılan bu öykünün belgesel yani şu: Dedemin nüfus hüviyet cüzdanı 26 Mayıs 1934 tarihinde verilmiş. Soyadı bölümünde Dalkıranoğlu yazıyor. Nüfus hüviyet cüzdanının ilgili bölümüne 31 Ağustos 1937 tarihinde “Bozkurt soyadı almıştır” notu düşülmüş “Dalkıranoğlu” soyadı, Gülağa’nın Kxevcurul’a gelince anlattığı hikâyeden kaynaklanıyor.
Gori’de vergi idaresinin 1870- 1876 arasındaki kayıtlarını taratarak, anlatılan öykünün notunu düşen bir belgeye ulaşabilirsek, gerçek soyadını ve oradaki akrabalarını bulmak mümkün. Bu konuda birkaç kez girişimde bulundum ama sonuç alamadım.
Ruslar ilerliyor; sınırlarda durum giderek kötüleşiyor. Gülağa, Gori’ye dönme umudunu tamamen yitiriyor. Kxevcurul’un ileri gelenleri, iki yıl önce kışın çığ düşmesi nedeniyle dul kalan Pato ile evlenmesini öneriyorlar. Pato’nun kız kardeşi Kancıo’da Soltishevi’ye gelin gidiyor. Evlendikten sonra Gülağa ile Pato’nun ilk kız çocukları Saliha dünyaya geliyor.
Ünlü 93 Savışı (1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı) başlıyor; 17 Mayıs 1877’de Ardahan düşünce, söylenti ve yönlendirilmiş propagandanın etkisiyle telaşla göç başlıyor. Gülağa eşi Pato’yu ve kızları Saliha’yı alarak Pato’nun amcası Pançidze Ahmet Efendi’nin yönettiği göçe katılıyorlar.
Göç sonrasında Pato ile Gülağa’nın ikinci kızları Cevher dünyaya geliyor. Sorhun’a yerleştikten sonra izzet, Firuzan, Süleyman ve Kasım adlı çocukları yaşıyor.
Saliha, Şaban’ın Hüseyin diye bildiğimiz aileye gelin gidiyor: Harun ve Davut adında iki oğlu oluyor; oğullarının ikisini de savaşlarda yitiriyor. Hayata küstüğü gibi, kardeşleriyle ilişkisini koparıyor. Cevher ve Firuzan miraslarını kardeşlerine bağışlamak için parmak basıyorlar. Saliha ise eski cami ile Gorilenti’nin ilk yerleştiği ev arasındaki yeri, büyük arsayı miras olarak alıyor. Kardeşleri bu tutumuna alınganlık gösteriyor; ölümüne kadar küsüyorlar.
Cevher, Bekadze’lere gelin gidiyor. Eşinin adı Haşan. Sanırım tek çocukları yaşıyor adı Osman. Osmanın iki oğlu: Hakkı ve Hüseyin.
Firuzun, Sarvanidze Dursun Ağanın ilk eşidir; iki çocuğu yaşıyor: Nuri Sakarya ve Alışan Temur.
İzzet’in dört çocuğu oluyor: Zabit, Fehmi, Ömer ve Zeynep.
Süleyman’ın iki kızı yaşadı: Havva ve Emine.
Kasım’ın bir tek çocuğu hayatta kalıyor: Mehmet (Hiro Mehmet)
Zabit, Birinci Dünya Savaşı’nda gidip gelmeyenlerden. Bir tek kızı vardı, Nanide. Gülbeyaz’ın oğlu Ali ile evleniyor. Nadide’nin ilk eşi Ali’den Ahmet Zorba, ikinci eşinden İsmail adındaki oğlu yaşadı.
Fehmi Pançidze Başağa’nın kızı Zekiye ile evleniyor: Yaşayan 8 çocukları vardı: Ahmet, Fitnet, Haşan, Sakine, Zabit, Türkan (Pato), Şükran ve Salih.
Ömer emmisinin kızı Havva ile evleniyor tek çocuğu yaşadı: Duran.
Niksar’da Talat Efendi’yle evli olan Zeynep’in dört çocuğu yaşadı: Sırrı, Süleyman(Derviş), Cahit ve Ayşe.
Kasım’ın tek oğlu Mehmet’in erkek evladı yok. Kızları Naciye, Şaziye, Zekiye, Hatice, Hanife yaşadı.
Bir “soyağacı” ile bugün ailenin dağılımını, bulundukları yerleri kayda geçirmek gerek. Sosyolojik bir olay olan Almanya’ya işçi göçü ve kentlere akın bağlamında ayrı bir kitapçık yapmalıyız. Bu kitapçıkta anlatmaya çalıştığımız “Unutulan Göç”le doğrudan bağlantılı olmayan, Sorhun’un tarihinde çok köklü bir kırılma yaratan 1960’11 göçünü ayrıca yazmak doğru olacaktır. Bütün aileleri en azından 1880’lu yılların sonlarından bugüne taşıyan olayları burada yazdıklarımız kadar kayıt altına alabilirsek, gelecek kuşakları köklerimiz hakkında bilgilendirmiş oluruz. Benimle, beşinci, oğlum Mustafa’yla altıncı nesli saptamış olmak, bir sonraki neslin kayıtları sürdürmek önemli. Sorhun’da böyle bir çalışma yapılırsa, dağınık yerlerde yaşayan, kökleriyle ilgili merakı olanlara da yazılı bir belge sunmuş oluruz. Zaman içinde merakı olanların bilgilerini derinleştirerek anlatmalarının da kapılarını açarız.
En azından Unutulan Göç sonrasında ailesinin kısa tarihini anlatmak isteyenlere bildiğim kadar yardımcı olmak isterim.
One Comment
kamil olgun
SAYIN RÜŞTÜ BOZKURT’UN DEĞİNDİĞİ SORULAR ARASINDA EN CAN ALICI OLANI: “BU İNSANLAR NEDEN YURTLARINI TERK EDİP GÖÇTÜLER?”
BU KONUDA OKUDUKLARIM VE ANLATILANLARDAN EDİNDİĞİM KANAATE GÖRE, ONLAR “İKİ ARADA, BİRÇOK TEPEDE SIKIŞMIŞ BİR “ÇVENEBURİ” TOPLULUĞUYDU. KARTVELLER ONLARIN MÜSLÜMANLIKLARINI ÖNCELEYİP “TATREBİ” DİYORLAR, TÜRKLER DE ONLARA, DİĞER HRİSTİYANLARLA BİRLİKTE “GÜRCÜ” DİYORLARDI. BÖYLECE CAMİ İLE KİLİSE ARASINDA “Bİ NAMAZ”(LAFIN GELİŞİ TABİİ. YOKSA ONLAR BAYA KOYULAŞMIŞ MÜSLÜMANLARDI) KALDILAR. KENDİLERİNE GÜRCÜ DESELER HRİSTİYANLARLA KARIŞTIRILACAKLAR, ‘MÜSLÜMAN BAĞLAMINDA TÜRK’ DESELER, TÜRKLERLE KARIŞTIRILACAKLARDİ. ASILLARINI İNKAR ETMEK AKILLARINDAN GEÇMEDİ. ONLAR DA KENDİLERİNE “ÇVENEBURİ” DİYE ÜSTÜ ÖRTÜK VE BİRAZ MAHCUP BİR KİMLİK ÜRETTİLER.
ORTADA KALAN GÜRCÜLER, KARARSIZ SEÇMENLER GİBİ, HANGİ TARAF DAHA İYİ PROPAGANDA YAPTIYSA, DAHA ÇOK ŞEY ÖNERDİYSE, O TARAFI SEÇTİLER. HER HALİYLE ACIKLI ŞEYLER BUNLAR!