Gezmek bana göre, gördüğün yerleri en bilinmeyenine kadar keşfetmek ve bunu bir sanat icra ediyormuş gibi titizce anılarına dâhil etme işidir. Ben de sizi bu yazımda kuzeydoğunun çokta bilinmeyen cennet köşelerine götürmek istiyorum. Benim gibi eminim ki bazılarınız da büyükşehirlerin kalabalığından, stresinden bıkmış ve soluk almak için bir yerlere kaçma planı yapıyordur. İste sizler için rotamı Artvin’in Şavşat ilçesine çeviriyorum. 21-23 Haziran 2015 tarihleri arasında Milano’da düzenlenen törenle “Sakin Şehir (Cittaslow)” unvanını alan Şavşat, Türkiye’de bu unvanı alan onuncu şehir oldu ve bana da bu sakin şehri ziyaret edip siz gezi dostlarına bu şehri bir gezi yazısıyla anlatmak düştü. Bursa’dan başladığım yolculuk Şavşat’ta yağmurlu bir günün sabahında son buldu. Mutluydum çünkü göğe komşu toprakların üzerinde yürüyor ve bu toprakların üzerindeki gökyüzünü özgürce seyredebiliyordum. “Allah’ım verdiğin özgürlüğü seviyorum.” diyerek yeniden düştüm yola. Bu sakin şehre gelmeden önce duraklarımı birer birer belirlemiştim. Modern hayatın sıkıcılığından, gürültüsünden ve karmaşıklığından az da olsa uzaklaşacağım topraklara varabilmek için içimdeki kaptana seslendim “Karagöl Sahara Milli Parkı durağı lütfen.”
Burası benim Şavşat’ta ki ilk durağım ve bu sakın şehirde geçireceğim ilk gece için bu durağı seçiyorum. Şavşat Karagöl Sahara Milli Parkı, Şavşat kalesi girişinde bulunan Veliköy yol ayrımından devam edilerek birbirinden güzel insanlarla dolu köylerden geçip yine Veliköy sınırları içerisinden Meşeli köyü sapağına sapıp yaklaşık 5-6 km’lik yolculuk sonunda ulaşılan saklı bir cennet. Buradaki ilk işim renkli ve birbirinden değişik balıklarla dolu gölün etrafında yürüyüş yapmak oluyor ve bu yürüyüş sırasında kendimi bu güzelliği görmeyi gelen kişilerle samimi sohbetlerin içinde buluyorum. İnanın bu güzel insanlarla saatlerce sohbet edebilirsiniz fakat benim hava kararmadan bu huzur dolu gölün manzarasına karşı çadırımı kurmam gerekiyor. Bu yüzdende sohbetimi biraz kısa kesip hemen çadırımı kurmaya başlıyorum. Çadırımı kurduktan sonra ufak bir kamp ateşi yakıp hemen oracıkta yorulan bedenimi gökyüzünü kaplayan yıldızlarla dinlendiriyorum ve göle yansıyan ay ışığıyla beraber ateşimin sessizliği bozan çıtırtıları eşliğinde gözlerimi kapıyorum. Aklımda yarınki durağım avucumda ise sakladığım bir parça huzurla yıldızlara iyi geceler dileyip uykuya dalıyorum. Sabah, Şavşat’ta ki ikinci durağım olan Balıklı göle varabilmek için güzelliğine doyamadığım Karagöl Sahara Milli Parkından ayrılıp Veliköy üzerinden yoluma devam ettikten sonra yaklaşık 10 km sonunda Pınarlı köyünde bulunan Balıklı gölüne ulaşıyorum. Burası ormanların arasında bulunan küçük bir göl. Gözlerimi gölü çevreleyen dağların görkeminden alamıyor ve burada işletmecilik yapan esnaf ile koyu bir sohbete dalıp bana uzatılan ince belli bardakta çayımı yudumlamanın zevkini çıkarıyorum.

Ben çayımı yudumlarken bir kez daha Şavşat’ın neden sakın şehir unvanını aldığını daha iyi anlıyorum. Huzurla son bir kez daha bu sakın gölü selamlayıp geldiğim yoldan geriye dönüyorum. Sırada üçüncü durak olarak seçtiğim Çağlıyan Köyü var. Çağlıyan Köyü, bazılarının arasında mesafenin bir saate kadar çıktığı, 8 mahalleden oluşan, İmerhev vadisinin Çağlıyan kolunu oluşturan vadinin ortasına yayılan alanları içine alan, ayrıca taşıdığı özelliklerle çevre köylerine merkezlik yapan şirin bir köydür. Çağlıyan köyüne Şavşat-Artvin karayolundan Meydancık yönüne sapıp tabelaları takıp ederek rahatlıkla varabilirsiniz. Köy ismini Çağlıyan deresinden alıyor ve bana yol boyunca Çağlıyan deresinin sesi eşlik ediyor. Çağlıyan köyüne vardığım vakit beni köyün üzerinden yükselen ormanlar selamlıyor ve ben köyün içerisinde bulunan otantik Şavşat evlerini seyretmekten kendimi alamıyorum. Burada yaşları yüz sekseni geçen evlerin olduğunu öğreniyorum ve ne şanslıyım ki yaşları yaşımın yaklaşık on katı olan bu evlerin birinde misafir edilmek üzere davet ediliyorum.

Bu yaşlı ev sekiz odalı olup birçok kişiyi misafir edecek kapasiteye sahip. Tahtalar üzerindeki işlemelerinden misafir olacağım evin ne kadar büyük bir emekle yapıldığını anlıyor ve bu ahşap hazineye bir kez daha hayran kalıyorum. Evin sahibi Süreyya dede emekli öğretmen ve yaklaşık on yılı aşkın bu köyde muhtarlık yapıyor. Süreyya dede ile yanan odun sobası başında sohbet ediyoruz ve ardından sobada demlenmiş çayımıza yöreye özgü haşlanmış patatesi dâhil ederek iştahla yemeye başlıyoruz. Uyuma vakti geldiğinde misafir odası olarak belirtilen odada pencere kenarına açılmış yatağa uzanıyorum.

Bu pencerenin dibine uzandığımda kulaklarım şırıl şırıl akan küçük bir akarsu sesi işitiyor ve gökyüzü kararmaya başlayınca ben dolunayın seyrine dalıyorum ve kapanıyor gözlerim. Yeni bir güne yağmurla uyanıyor ve Süreyya dede ile vedalaşıp Çağlıyan köyü üzerinden son durağım olan Yağlı köyüne bağlı Vaket kışlasına doğru yol alıyorum.
Şarkılara ve türkülere konu olan Vaket, beni görülmeye değer otantik evleri, mükemmel doğa manzarası ile hiç ayrılmak istemeyeceğim bir samimiyet ile karşılıyor. Buradaki güneşin batışını ve kendinizi bulutların üstünde hissedeceğiniz yoğun sis manzarasını kesinlikle görmelisiniz. Ben gezdim, gördüm, hissettim. Sıra sizde gezi dostları!
AHMET YILMAZ
10 Mayıs 2016, Ankara