Yazar Fakir Baykurt, 1959 yılında Şavşat’ta öğretmenlik yaptığı sıralarda yaptığı gözlemlerle kaleme aldığı Efkar Tepesi adli romanında Çağlıyan köyüne ait gözlemlerini “Haritamızda Bir Noktacık : ÇAĞLAYAN KÖYÜ” başlıklı bölümünde okurlarına sunuyor
İçindekiler
- Giriş
- Fakir Baykurt Kimdir?
- Efkar Tepesi
- Haritamızda Bir Noktacık: ÇAĞLAYAN KÖYÜ..
- Eserdeki Diyaloglardan Yapılan Çıkarımlar
- Ahşap Mimari
- Gelenekler
- Eserde Geçen Karakterler
- Sonuç.
Fakir Baykurt, “Efkar Tepesi” Romanı Üzerine İnceleme
1.Giriş
Bu çalışmada yazar Fakir Baykurt’un Artvin/Şavşat’ta Türkçe öğretmenliği yaptığı sırada Şavşat köylerini gezerek ve gözlemleyerek toplumcu gerçekçi akımın etkisiyle köy sorunlarını kaleme aldığı Efkar Tepesi isimli romanı incelenecektir. Eserin genelinde köylerin yoksulluğu, köylünün cahilliği, okur-yazarlık, kız çocuklarının okula gönderilmemesi gibi konulara değinilse de bu çalışmada ağırlıklı olarak “Çağlıyan köyü”ne yaptığı ziyarette ele aldığı konular, köye dair gözlemler ve 1959 yılında Çağlıyan köyünde yaşamın nasıl olduğu üzerinde durulacaktır. Özetlemek gerekirse bu çalışma ile “Efkar Tepesi romanında Çağlıyan Köyü” ele alınacaktır.
2.Fakir Baykurt Kimdir?
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir’dir), 15 Haziran 1929’da Burdur’da dünyaya geldi. Köylü bir ailenin çocuğudur. 1948 yılında Gönen Köy Enstitüsünü bitirmiş ve köy öğretmenliği yapmış, 1955 yılında ise Ankara Gazi Enstitüsünden mezun olmuştur. Mezun olduktan sonra öğretmenlik ve ilköğretim müfettişliği yapmıştır.[1]
1999 yılında hayata veda eden çağdaş Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Fakir Baykurt, ölümüne kadar 20 yıl Almanya/Duisburg’ta yaşamıştır. Köy romanları yazarı olarak ün yapan yazar, toplumcu gerçekçi akımın etkisinde eserlerini vermiştir.[2]
3.Efkar Tepesi[3]
Efkar Tepesi, Fakir Baykurt‘un 1959-1960 arasında çeşitli yayın organlarında çıkan yazılarını topladığı eseridir.
Gerçek hayattan alınmış ve anı şeklinde anlatılmış öykülerden oluşur. Partizanlık, din sömürüsü, köyün yoksulluğu, köylünün cahilliği, okur-yazarlık, kız çocuklarının okula gönderilmemesi gibi konuları ele alır. İlk basımı 1960 yılında yapılmıştır.
Baykurt, Artvin ili Şavşat ilçesinde Türkçe öğretmeni olarak çalıştığı sırada yazmıştır. Eser adını, ilçenin batısında ve çevre köylere hâkim bir yerde bulunan Efkar Tepesi’nden alır. Baykurt, eseri bu tepeden aşağıyı seyrederken yazmıştır.
4.Haritamızda Bir Noktacık: ÇAĞLAYAN KÖYÜ
Fakir Baykurt’un Şavşat’ta öğretmen olduğu süreçte birçok köyü gezmesine rağmen eserinde özellikle neden Çağlıyan’a yer verdiği sorusu hep merak edilmiştir. Bu konuda eserde de sıkça yer bahsedilen ve Çağlıyan’da öğretmen olan Engin öğretmenin etkisi olduğu düşünülmektedir. Lakin Fakir Baykurt’un eserinde yer verdiği bilgiye göre Engin öğretmen o dönemde Şavşat’ta da ortaokulda sınıfın tek kız öğrencisi olarak öğrenim görmüş ve kızların okuma savaşında başını çekmiştir.
Fakir Baykurt 1959 yılı Nisan ayı içerisinde öğretmen arkadaşı Ali Osman ile tek at ile Şavşat’tan Rabat’a, Rabat’tan sonra da kendilerine eşlik eden Alim ile birlikte Çağlıyan köyüne ulaşmıştır.
5.Eserdeki Diyaloglardan Yapılan Çıkarımlar
Eserin Çağlıyan Köyü bölümü incelendiğinde köy ile ilgili öne çıkan diyaloglar ve bu diyaloglardan edindiğimiz bilgiler aşağıda madde madde ele alınmıştır.
- “Yola gideceğimiz duyulduğu zaman millet diyordu ki:«Siz, ya delisiniz, ya da delinin köylüsü! Oturup şurada gölgenin tadını çıkaracağınız yerde, kalkmış köye gidiyorsunuz! Hemi de nereye? Çağlayan’a! Ne var ulan Çağlayan’da? Kuru köy! Beş on ev, beş on kedi, köpek, tavuk… Bu sîzdeki akıl değil, tahıl! .” ifadelerinde anlaşıldığı üzere Şavşat’ta Çağlıyan köyü, gidilip görülmesi zor ve köyde gidip gelecek kadar zahmete değecek değerde bir şeyin olmadığı düşüncesi hâkimdir.
- “Ama Rabat’tan sonra Çağlayan’a doğru, tabana kuvvet!Orman içinden, dolaşık, dar bir çığırdan, keçi yolundan; ağır ağır, dinlene dinlene… İnsan ancak böyle gidebilir bu «yol»lardan. Dereden gürleye gürleye bir çay akıp geliyor. «Yol», derenin solundaki bayırdan gidiyor. Bayır dediğim, çok dik, çok da kayalık bir arazi. Tam askerlikteki «kritik arazi»ler gibi…” ifadelerinden anlaşıldığı üzere Rabat ve Meydancık’a kadar araba yolunun bulunduğu fakat Rabat’tan Çağlıyan köyüne kadar ise araç yolunun bulunmadığı ve Çağlıyan deresi boyunca patika yolu devam ederek dere üzerindeki birçok tahta köprüden geçerek Çağlıyan köyüne ulaşıldığı anlaşılmaktadır.
- “Hatta Çağlayan dönüşü bir arkadaş şunu dedi: «Gittin geldin ha? Essahtan gittin geldin mi ulan? Vay anam vay! Ulan, yanmış kavrulmuşsun! Bana Çağlayan’ı tapu etseler, gene gitmezdim…» Haberi yok! Çağlayan’da bir dönüm toprak kıyamet para. Tarlayı bırak, küçücük bir evyeri için ortada binler dönüyor. Ha Çağlayan’da tarla, ha İstanbul’da evyeri. Hiç senin gitmen için Çağlayan’ı sana tapu mu ederler?” ifadelerinden anlaşıldığı üzere o dönemde Çağlıyan’da arazinin pahalı olduğu, ayrıca köyün çok uzakta ve ulaşımı güç olan bir yer olarak tanımlandığı anlaşılmaktadır.
- Rabat’tan köye kadar yolda Alim ile yapılan sohbetlerde; Çağlıyan köyüne 1959 yılında yol yapımına başlandığı ancak kısa süre yol yapım çalışmalarının sona erdiği ve yöre halkının da kayaların temizlenmesi amacıyla günlüğü 5 Liradan çalıştırıldığı, Demirci köyünden Necati Bey’in Şavşat’ta maliyede memur olduğu ve eşinin Çağlıyanlı olduğu, kızlarından Engin’in ise Çağlıyan’da öğretmen olduğu anlatılmaktadır. Yine sohbet içerisinde geçen “….Necati Beyin ahbapları diyorlar ki:«O kızı oraya dağın başına attın, öğretmenlik yaptırıyorsun. Bir aldırmadın merkeze! ..» Bazıları da şöyle diyor:«Necati Beyde ne kabât? Partide adamı yok. Şimdiki zamanda iş yaptırabilmek için partide adamın olacak. Ne yaparsın Necati Bey?..»” şeklindeki ifadelerden anlaşıldığı üzere sistemsel sorunların o dönemde de varlığını gösterdiği ve bu durumun toplum tarafından bilindiği görülmektedir.
- Yolculuk boyunca birçok tahta köprüden geçerek Çağlıyan deresi boyunca patika yoldan yazara eşlik eden Âlim; “…her bahar artan su debisi nedeniyle köy yolunda bulunan tahta köprülerin yıkıldığı ve köy muhtarı öncülüğünde toplanan halkın dere boyunca bu tahta köprüleri yeniden inşa ettiğini anlatmıştır. Bu vesile ile de yazar yörede ormanların hor kullanıldığını ve çok sayıda ağacın bilinçsizce kesildiğini dile getirmiştir.
- Rabat sonrası devam eden zorlu yolculuk köy girişinde son bulmuştur. “… «İşte bizim kööööy! ..» diyor Alim. «Bizim köy seksen hane üstünedir. Nüfusumuz ki 637’dir. Sayımdan sonra muhtar ki dedi aklımda kaldıydı. Emme, doğanlarla ölenleri katmadım hesaba. Fukara millet. Fukaranın çocuğu, malûm! Çok çocuk olmada iş yok. Gittikçe idare daralıyor. Acaba sonu ne olacak? Sonra sonra bu insanlar ki nasıl geçinecek?» ifadelerinden anlaşıldığı üzere o dönemde 80 hane olan köyde 657 kişinin yaşadığı, ayrıca ilerleyen süreçte köy nüfusunun artacağı düşüncesiyle özellikle tarım arazilerin yetersiz kalacağı ve geçim sıkıntısı yaşanacağı kaygısı yaşanmaktadır.
- Köye gelen yazarı karşılayanlar öğretmen Mürsel, öğretmen Engin ve Ahmet YILMAZ’dır. “Kalabalıktan üç kişi de bizden yana ayrıldı. Seçtim: Biri Öğretmen Engin! Necati Beyin kızı. Başı açık. Bir kırmızı entari giymiş. Kısa, ufacık bir ceket. İlk görüşmemiz. Başka kim olacak buralarda, bu kılıkta?” ifadelerinde yazarın kadın öğretmen Engin’den büyük övgü ile bahsettiğini görüyoruz. Köyde kendisini karşılayanlar arasında bulunan Ahmet YILMAZ ile ilgili olarak “Giyim kuşamı da öğretmene benzemiyor zaten! Teker teker tokalaşıyoruz. Öğretmen Engin’in hafif esmer yüzünde ışıklı, aydınlık bir çift göz. Mürsel öğretmen gülüyor. Üçüncüsü için «Ahmet Yılmaz» diyorlar. Ahmet Yılmaz’ı işitmiştim. Engin’in dayısı. O da Mürsel öğretmen gibi gülüyor. Otuzluk, otuz beşlik.” ifadelerinden anlaşıldığı üzere yazar Engin öğretmen hakkında övgü ile bahsetmiş, Ahmet Yılmaz hakkında ise giyim kuşamı üzerinden küçümseyici ifadeler kullanmıştır. Yazara göre Engin öğretmenin modern giyim kuşamı ile diğerlerinden farklı olmasının temel nedeni aldığı eğitimdir. İlerleyen süreçte yazarın Ahmet Yılmaz’ın da ortaokul mezunu olduğunu ve Çağlıyan’da 2 yıl vekil öğretmenlik yaptığını öğrenince Ahmet’e karşı da bakışı değişecektir!
- “Düğün alayı, yirmi metre kadar önümüzde durdu. Ahmet: «Bu, ikinci karısıdır… » diye anlatıyor. «Birincisi?» «Birincisi ki doğumda öldü. İki yıl önce evlenmişti!» «Kışın mı öldü, yazın mı?» diyorum. Ahmet: «Fark etmez!» diyor. «Yol yok, köprü yok! Uzak! Doktor yok, ebe yok!»” ifadelerinden anlaşıldığı üzere Fakir Baykurt Çağlıyan’a geldiği sırada köyde bir düğün vardır. Bu düğünün Çağlıyan’dan kasakha sülalesinden Niyazi Oral’ın babası Hapit (Khepo) Oral ile çahliyenti sülalesinden Haliye (Halo) Çakal’ın düğünü olduğu bilinmektedir. Köy gelenekleriyle yapılan düğüne konuk olan Fakir Baykurt ile Ahmet Yılmaz arasında geçen konuşmalarda o dönemde sağlık olanaklarının iyi olmadığı ve doğum sırasında ölümlerin yaşandığı anlaşılmaktadır.
- Akşam Mürsel öğretmenin evinde toplanılır ve köy muhtarı ve beraberindekilerle köy hakkında tartışmalar yapılır. Fakir Baykurt “Ben, ağzımı açıp, gözümü yumup kızları okutmaktan dem vurdum. Anlattım, anlattım. Ağzımda tükrük bitinceye kadar. Soru üstüne soru sordum. Hep «tasdik» ediyorlar, «evet» diyorlar. «Başka türlü biz adam olmayız, bizim iki yakamız bir araya gelmez…» diyorlar! Ama buralarda kızları okutmaktan daha zor bir iş var mı, yok mu? Bilmem. Geç vakitlere kadar çare arıyoruz.” ifadelerinden anlaşıldığı üzere kızlarında okula gönderilmesi konusunda köy halkı Fakir Baykurt tarafından teşvik edilmiştir. Kızların okula gönderilmesi konusunda yapılan sohbetlerde köy halkı ile yazar hem fikir olsa da yazara göre yine de kızların okula gönderilmesi Çağlıyan’da en zor işlerden bir tanesidir.!
- Mürsel öğretmenin odasında kızları okutma çareleri aranırken odaya tıraş olmuş, GİYİM saçını taramış, köyde hiç görülmeyen tipte bir genç girer. Bu kişi ilkokulu Çağlıyan’da tamamlamış, ortaokulu Artvin’de liseyi Konya’da tamamlayan doktor Zekeriya’dır. Eserde «Demek Çağlayanlı çocuklardan doktorlar çıkıyor?» cümlesine yer veren yazar köyden bir doktor çıktığını öğrenince bunu şaşkınlıkla karşılar. Gözlemlerinden hareketle bu durum imkânsız gibidir. Yazara göre köy halkı genel olarak cahildir ve köylerde eğitim-öğretim olanaklarının bir an önce arttırılması gerekmektedir.
- Yine kitapta yer alan “Bir zaman sonra oda kapısı yeniden açılıyor. Bir adam. Uzun boylu, sakal saça karışmış, yanmış kavrulmuş. Kurumuş bir adam dikiliyor. Sonra gelip, hoşgeliş ediyor. Doktor, tanıştırıyor: «Büyük ağabeyim!» Bir Doktora bakıyorum, bir de köylü ağabeyisine. Arada ala karlı dağlar var! Ağlayan ayva, gülen nar! Ama Doktor, ağabeyisini hiç yadırgamıyor. Bazı okumuş çocukların babalarından kaçtıklarını anlatırlar; utandıklarını. Yok, Doktor Zekeriya’da o yok. Bir sandalye boşaltıyorlar. Ağabey oturuyor. Uzun uzun adama bakıyorum. Yüzleri, gözleri birbirine benziyor. Bir anadan, bir babadan. Ama biri okumuş, biri cahil. Birinde ham yüz, birinde işlenmiş yüz. Birinde anlamsız, hiç kıpırdamayan gözler, birinde oynak, mekik gibi gidip gelen gözler. Aradaki fark açık. Hey gidi Türkiye! Hey gidi Türkiye köyleri!” ifadelerinden anlaşıldığı üzere yazar tarafından iki kardeş yazar tarafından sadece eğitim seviyeleri açısından karşılaştırılmıştır. Dr. Zekeriya’nın Artvin’de öğrencilik yaparken o dönemin zorlu yaşam koşullarının üstesinden gelebilmesi için ağbisinin en az iki gün süren patika ve keçi yollarını göze alarak kendisine sırtla yiyecek ve barınma malzemeleri taşıdığı bilinmektedir. Zekeriya’nın eğitimi için ağbisi tarafından büyük emek harcanmıştır. Buradan yazar tarafında eğitimsiz olduğu için küçümsene ağbinin eğitime ne kadar önem verdiği bu anlatımlardan anlaşılsa da yazar bu durumu göz ardı etmiştir.
- Ertesi gün Engin öğretmenle birlikte Çağlıyan okuluna giden yazar gözlemlerini dile getirirken; “Ertesi gün erken kalkıp okula gidiyoruz. Öğretmen arkadaşlar, varlarını yoklarını, yaptıklarını ettiklerini gösteriyorlar… Kayanın dibinde bir okul. Üstü pedavra örtülü. Yaşlanmış bir yapı. «Burası sınıf.» diyor Engin. «Burası işlik.» Tutup çocuk işlerini gösteriyor. Ama çeşitli tarım denemeleri yapmaya yetecek bir bahçeleri yok. El kadara bir yer var, o da çocukların oynamasına yetmez. Daracık…” ifadelerine yer vermiş ve Çağlıyan İlkokulunun fiziki şartlarının yetersiz olduğunu dile getirmiştir.
- Eserinde Çağlıyan köyü camisi ve ahşap mimarisinden de bahseden yazar camının içinde dini eğitim bölümünün bulunduğu ve bu bölümde iki adet sıranın olduğundan bahsetmektedir. Ayrıca camide verilen imam eğitimini de “Düşünelim: İlkokul yaşına değmemiş bir çocuğun, böyle sıkı ve dizüstü bir eğitime koşulması, eğri mi, doğru mu? Hele bu eğitimin hiç bir eğitsel yönü yoksa! .. Yavrucuk, sabahtan öğleye kadar, o basık yerde diz çökerek, anlamadığı sözlerle, imamın anlaşılmaz bağırıp çağırmalarına uyarak, öne, arkaya sallanıp duracak. Dürüst sallanmadığı zaman azarlanacak. Biraz gevşediği, güldüğü, iki yana baktığı, ya da arkadaşıyla konuştuğu zaman, çubuğu başına yiyecek…” ifadeleriyle eleştirmiş ve camide verilen bu eğitimin pekte eğitsel boyutunu olmadığını savunmuştur.
- Yazar Çağlıyan İlkokulu ile ilgili olarak “Şuracığa not edeyim: 637 nüfuslu Çağlayan’da bugün «77» ilkokul öğrencisi var. Kızların sayısını sordum, «17» dediler. Ne kadar az değil mi? En az 20-25 kız dışarlarda…Eğitimdeki bu açık ikiliği, bu açık çatışmayı, uzun uzun deşmekte fayda var. Başka diyarlarda bunun tartışması bitmiştir. Bu iki sorun, çoktaaan çözülüp sağlam kazığa bağlanmıştır. Biz, bir ihtiyacın karşılığını hazırlamaktan çok, birtakım politik hesaplarla, dönüp dönüp küllenmiş bir ateşi eşiyoruz.” İfadelerinden anlaşıldığı üzere 1959 yılında Çağlıyan İlkokulunda 17’si kız olmak üzere toplam da 77 öğrenci bulunmaktadır. Yazar dönemim eğitim politikasını eleştirerek özellikle kızların okutulması konusunda çağın gerisinde kalındığına vurgu yapmıştır.
- Yazarın Çağlıyan’dan bahsettiği bölümü “Çağlayan değil ağlayan” başlığıyla bitirmiştir. Bu bölümde kullandığı “Derme çatma köprülerin uzandığı dereye inmeden, sırtın başında durdum. Çağlayan’a bir daha baktım. Yerli yerinde, eski halindeydi. Çağlayan değil, ağlayandı. Daha kim bilir ne zamana kadar bu ağaç evler, eski barınaklar, iyi işlenmemiş tarlalar; bu cılız danalar, ağzı yüzü kapalı kadınlar sürüp gideceklerdi? Köy ne zaman değişecek, yenileşecekti?” şeklindeki ifadelerde yazar köy sorunlarına değinerek köyün her alanda çağdaş ve modern bir yerleşim haline gelmesini ve köyün yenileşmesi gerektiğini savunmuştur.
- Eserin sonlarında “Yine sonuç Kasabaya doğru yürüyorduk birlikte. Gitgide çoğalıyorduk. Çağlayan, Çağlayan’da hasta Hilmi, Engin, «Bulunmaz» kadın, Çağlayan’da Ahmet, Çağlayan’da ağızları kapalı okulsuz kadınlar, onlara özenip ağızlarını kapatan okullu kızlar, hep, hep kaldılar. Topraksız, kanalsız, yolsuz, dükkânsız… İşliksiz, atölyesiz, tezgâhsız… Eğlencesiz, dinlencesiz… Bunalımlar içinde… Yüreyim Çağlayan’da kanadı kaldı. Çağlayan, içimde bir yara gibi işleyecek.” şeklindeki ifadelerde yazar köy ve köylü sorunlarını kendi duygularını da katarak okurlarına aktarmaya çalışmıştır.
- “…Parmaklarının ucuna bir gelinböceği konmuş da onu uçuruyorlardı sanki: «Göööç, gööööç, göööööç göç! ..» Çukur köyünden iki komşu, köydeki topraklarını satıp göçüyorlarmış. «Buralarda adam olacağımız yok, gidip başımızın çaresine bakalım…» diyorlardı. Mercan Ağa, sarı sakalını titreterek anlatıyordu: «Samsun’un bir Engiz köyü var, oraya gidiyorlar. Hep Şavşatlılar oraya gider. Bir oraya, bir de Muş’un köylüklerine. Benim bildiğim sadece Engiz köyünde altmış haneden fazla Şavşatlı! Bunlar da oraya gidiyor. Hep gider. Geçenlerde Düzenli’den gitti; Düzenli’den, Kireçli’den, Meşeli’den… Biz de gideceğiz! Hep gideceğiz…»” ifadelerinden anlaşıldığı üzere o dönemde Şavşat köylerinde toprakların satılması sonrasında yapılan göçlerde Samsun’un Engiz köyü[4] ile Muş’un köyleri tercih edildiği anlaşılmaktadır.
Günümüzde Çağlıyan köyündeki yapıların tamamına yakını ahşaptır. Köy halkında genel olarak ahşap mimarının korunması ve yöreye özgü bu mimari kültürünün gelecek kuşaklara aktarılması düşüncesi hâkimdir.
Yazar Fakir Baykurt Çağlıyan’da cami mahallesi girişinde bulunan ve o dönemde yenı yapılmış olan günümüzde ise İsmail Yılmaz’ın ikamet ettiği evde kalmıştır. Mahallenin ahşap dokusu yazarında dikkatini çekmiş olacak ki buna eserinde aşağıdaki diyaloglarda yer almıştır.
“…Her yanı ağaçtan yapılmış bir eve iniyoruz. Ahmet Yılmaz: «Kardeşimin evi…» diyor. «Mürsel öğretmen burada oturuyor. Yani, Mürsel öğretmene iniyorsunuz. Evi rahattır. Kendisi de ekmeğinin düşmanıdır. İstediğiniz kadar oturun.» Geniş bir oda. Yanda bir sedir var. Ceviz ağacı bol; cevizden koltuklar. Pencereler perdeli. Camlar iyi silinmiş. Ortada bir masa. İki küçük sehpa. Duvarda, yavaş yavaş nesli tükenen bir kilim. Oturup birer sigara yakıyoruz. Ahmet, bizi Mürsel’in ev sahibi olan kardeşiyle tanıştırıyor: Selât!.”
Eserde geçen ifadelerde Çağlıyan Camisi hakkında 1959’a ait bazı bilgiler edinme şansı bulmaktayız.
“…Çağlayan camisi de minareli. Camiyi gezdik. İki kat. İki kat ama, yarısı iki kat. Yarısı tek. İki kat olan o yarısının üstünde, köy odasıyle bir dükkân var. Bir de «okul». Tabiî, burada imam okutuyor. Bizim vardığımızda boştu. Alçacık alçacık iki oturak (sıra) var. Bir kısım çocuklar bunlara, bir kısım çocuklar da yere oturuyorlarmış. Çağlayan’da bir şey anlattılar. Burada evyerleri pahalıdır demiştim. Pahalılık, darlıktan tabii. Bir nedeni de şu: Ev yaptırmak isteyen adam, evyerinin uğurlu olup olmadığını varıp imama danışıyor. İmam, kitap açıyor. Evirip deviriyor. «Cinlidir, şeytanlıdır!..» dedi mi, oraya ev yapılmıyor. Kapalı olduğu için köy odasını göremedik. Üyelerin mühürü gibi, odanın anahtarı da muhtarın üstündeymiş. Dükkâna geçtik. Dükkâncı Eşref, önümüze biraz kuru üzüm koydu. Pek çeşidi kalmamış. Kars’taki bir memurluğu bırakarak, geçen yıl gelip bu dükkânı açmış, «Yoook, yok!» diyor. «Şartül’e kadar malı getirsen bile, oradan buraya at, sırtında çıkarmak dert!»
Yukarıda yer alan ifadelerden Çağlıyan Camisinin günümüz de lojman olarak kullanılan bölümünde o yıllarda köy odası, büyük bir dükkân ve dini eğitim verilen iki oturaklı bir bölümünde bulunduğu anlaşılmaktadır. O dönemde imamın, köy halkı tarafından kendisine akıl danışılan, sözleri ve fikirleri çok önemsenen bir kişi olduğu görülmektedir. Ayrıca köy halkında yaşayan çeşitli batıl inanışların anlatıldığı diyaloglar metnin ön plana çıkan önemli unsurlarındandır.
Yazarın Çağlıyan’a geldiği gün köyde kasakha sülalesinden Niyazi Oral’ın babası Hapit (Khepo) Oral ile çahliyenti sülalesinden Haliye (Halo) Çakal’ın düğünü olduğu bilinmektedir. Düğünle ilgili eserde yer alan diyaloglarda o yıllarda yer alan geleneklerin çoğunun günümüze kadar aktarıldığı görülmektedir.
“… Ahmet: «Düğüncüler şimdi dönerler, göreceksek çıkıp bakalım!» Çıkıyoruz. Çamurları yeni kurumaya başlamış sokakta, bir cevizin dibinde duruyorum. Düğüncüler ileriden görünüyorlar. Armonik önde. Gelin, kalabalığın arasında. Ata bindirmişler. Yüzünün alı ile geliyor. Gelinin önünde, beyaz örtüler içinde bir kadın: Oğlan evinden giden yengeymiş bu. Bir tane de ardında: Bu da kız evinden gelen yenge.
Köylüler birikiyorlar. Tokalaşıyoruz. Tanışıyoruz. Ellerini, yüzlerini düşürmüş, sessiz, düğün günü bile şenliksiz adamlar. Gelinin atı merdivenin orada duruyor. Kaynanası, kaynatası; dana güve, bir şeyler bağışlayacakmış. İki sığır çekip getirdiler. Sığırların kemikleri fırlayıp çıkmış. Gözlerinde, kafalarında yumruk büyüklüğünde siyiller var. Gelin, al örtüsünden bakıp yavaşça başını salladı: Beğendi! Bakımsız sığırların kulaklarına, artık bundan böyle gelinin malı olduklarını gösteren birer nişan vurup kanattılar. Sığırlar, aynı ahır içinde sahip değiştirdiklerini nerden bilecekler! Bakalım bundan sonra bakımları düzelecek mi? Ahmet: «Şimdi ahırdan kızların türkü söylemesi gerek emme, söylemediler!» diyor. «Niçin söylemediler acaba? Ve niçin ahırdan?» Muhtar haber gönderdikten sonra, ince, arı vızıltısı gibi, ölü bir ses duyulmaya başladı. Kız sesiymiş! Sesten bir şey anlaşılmıyor. «Ne diyorlar Ahmet?» «Diyorlar ki: “Nar ağacı çiçeklendi – Gelinimiz gerçeklendi…” Böyle diyorlar.» «Nar ağacı var mı köyde?» «Yoook… Emme olmasın, türkü bu…» «Daha ne söylüyorlar?» «Diyorlar ki: “Buyur gelin naz eyleme – Evi supur toz eyleme – Kaynananla söz eyleme…” Böyle diyorlar.» «Sonu nasıl?» diyorum. «Sonu yoktur…» diyor. «Bu kadardır.”
Yukarıda yer alan diyaloglarda o dönemin düğün geleneklerinde gelinin evinden alınarak at sırtında damat evin getirildiği, yolculukta geline erkek evinden ve kız evinden birer yengenin eşlik ettiği, yol üzerinde durularak kız evinden koyulan “ketelerin[5]” yenildiği ve akordeon eşliğinde kısa bir horon oynandığı, damat evine gelindiğinde damat ailesi tarafından geline büyükbaş hayvan bağışlandığı ve gelinin de bu hayvanları kabul ettiğini belirtmek için başını salladığı, bu büyükbaş hayvanların kulaklarına birer nişan vurularak hayvanın kulağının kanatıldığı ve bu olayın bundan sonra bu hayvanlarını gelinin malı olduğunu gösterdiği, bu sırada damat evinde zemin katta bulunan ahır içerisinden türküler söylendiği ve gelinin damat evine gireceği sırada başının üzerinden buğday, üzüm ve para serpildiği anlatılmaktadır. Gelin damat evine girerken söylenen türkünün sözleri; “Gelin buyrun naz eylema, evi süpür toz eylama, kaynanandan söz eylema, nar ağacı çiçeklandi, gelinimiz gerçeklandi, dalda kırallar cevizi, haniya gelinin çeyizi..” şeklindedir. İlerleyen yıllarda bu anonim eseri sanatçı Erol ALKAN albümüne eklemiş ve seslendirmiştir.[6]
Günümüzde köy düğünlerinin sayısı oldukça azalmıştır. Az da olsa yapılan köy düğünlerde geçmişten günümüze aktarılan gelenekler özenle ve gayretle yaşatılmaktadır.
Yine eserde yer alan bazı diyaloglarda gelenek ve adetlerle ilgili olarak kuzular hep dişi olsun köyde bulunan koçların üstüne bir kızın bindirildiği ve ilk çivt koşumunda o yıl dolu yağmasın ve ekin mahvolmasın diye öküzün başında bir yumurta kırıldığı anlaşılmaktadır.
8.Eserde Geçen Karakterler
- Engin Öğretmen: Babası Demirci köyünden Necati TURAN ve annesi ise Çağlıyan’da Pançidze sülalesinden Ahmet Yılmaz ve Süreyya Yılmaz’ın kız kardeşi Nazire Turan’dır. O dönemde kızların okutulmasına öncülük etmiş, köyün aydın ve modern yüzüdür. Eşi Şartul’dan Servettin Bilir’dir. Şu an Kocaeli’nde ikamet ettiği bilinmektedir.
- Mürsel Öğretmen: Meydancık’tan Mürsel Meydan’dır. O dönemde köyümüzde öğretmenlik yapmıştır. Annesi Katul Hanım Çağlıyan’dan Pançidze sülalesinden Ali Yılmaz’ın kız kardeşidir. Kendisi vefat etmiştir.
- Ahmet Yılmaz: Çağlıyan’dan pançidze sülalesinden olup rahmetli Süreyya Yılmaz’ın kardeşidir. Kendisi o dönemde köyde ve ilçede lafı geçen, hatırı sayılan kişilerdendir. Fakir Baykurt’un Çağlıyan’da kaldığı süre içerisinde kendisine eşlik etmiştir. O dönemde Cumhuriyet Halk Partisi ilçe encümenidir. Kendisi vefat etmiştir.
- Ahmet’in kardeşi Selât: Ahmet’in kardeşi Selât olarak bahsedilen kişi aslında Çağlıyan’dan pançidze sülalesinden Selahattin Yılmaz’dır ve bu kişi Ahmet Yılmaz’ın kardeşi değil amcası Süleyman Yılmaz’ın oğludur. Kendisi vefat etmiştir.
- Ahmet’in oğlu öğrenci Torun: Yazarı “Cin fikir bir şeydi” şeklinde betimlediği ve o dönemde köyde ilkokul öğrencisi olan Torun Çağlıyan’dan pançidze sülalesinden Ahmet Yılmaz’ın oğludur. Eserde de geçen 23 Nisan kutlamaları spor müsabakalarında Torun Yılmaz yumurtanın kaşığa yapışması için tatlı bir oyun oynar ve çam ağaçlarında bulunan reçineyi (halk dilinde pisi) yumurtaya yapıştırır ve bu şekilde yarışı önde tamamlar. Ancak bu durumu fark eden Engin öğretmen kendisini yarıştan diskalifiye eder. Günümüzde kendisi ile yapılan görüşmede de; bahsi geçen olayı çok net hatırladığını ve ilerleyen süreçte işi gereği İzmir’e yaptığı bir ziyarette eser yazarı Fakir Baykurt ile tesadüf eseri bir kokteyl de karşılaştığını ve kendisiyle bu güzel anı üzerine sohbet ederek gülüştüklerini belirtmiştir. Kendisi yazarın “cin fikirli” tasvirini boşa çıkartmamış ve öğretimini başarıyla tamamlayarak Jeoloji Yüksek Mühendisi olmuştur. Günümüzde Trabzon’da yaşamaktadır.
- Makbule: Öğretmen Mürsel Meydan’ın kızıdır. 1959 yılında 1 yaşında olduğunu tahmin ediyoruz. Günümüzde Ankara’da ikamet ettiği bilinmektedir.
- Ziyostan Gelen Eğitmen: Eserde tam adı geçmemekle birlikte yer alan ifadelerden anlaşıldığı üzere bahsi geçen kişi Hüseyin Yıldırım’dır. Yöredeki ilk eğitmenlerdendir. Cevdet Yıldırım’ın babasıdır. Yörede de Haco ve eğitmen lakabıyla tanınır. Ahmet Yılmaz ile birlikte Çağlıyan İlkokulunda eğitmenlik yaptıktan sonra eğitmenliğe Tepebaşı köyünde devam etmiştir.
- Doktor Zekeriya: Çağlıyan köyünde ilk kaymakamın ve ilk doktorun yetiştiği ve yine köyde eğitim/öğretime çok önem veren Davladze sülalesindendir. Yusuf Özcan’ın oğlu, kaymakam Ahmet Özcan’ın kardeşidir. O dönemde Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun olmuş ve yazarın köyde bulunduğu zamanda kendisi de köyde bulunmaktadır. Yazara göre Dr. Zekeriya, eğitim konusunda epeyce geride kalan köyün ve köylünün modern ve çağdaş seviyeye gelmesinde öncülük edecek kişilerdendir. Doktor Zerkeriya Özcan 2016 yılında vefat etmiştir.
- Hasta Hilmi: Çağlıyan’dan Kurdikidze sülalesinden olup köyün renkli ve neşeli yüzlerinden Nizamettin Akaltun’un abisidir. Eserde kendisi köy yolu üzerinde bulunan ve selin zarar verdiği tahta köprülerin tamiri sırasında hastalanır ve zatürre olur. Nizamettin Akaltun yaşamaktadır ancak Hilmi Akaltun vefat etmiştir.
- “Bulunmaz” Kadın: Çağlıyan’dan Kurdikidze sülalesinden Cevri Akaltun’un eşi, Nizamettin ve Hilmi Akaltun’un annesidir. Yazarın anlatımında dönemin kadın portresini yansıtır. Yazara göre köylü kadınlar göre sosyal-ekonomik ve eğitim alanında geride kalmış, asosyal ve utangaç yapıya sahiptirler. Kadınlara göre bu durumun temel sebebi geleneklerdir. Bu gelenekler, genel olarak kadınların dışarıya kapalı asosyal bir birey olarak yaşamalarına neden olmuştur.
- Cevri Dayı: Çağlıyan’dan Kurdikidze sülalesinden Nizamattin Akaltun’un babasıdır. Kendisi vefat etmiştir.
- Müfettiş: Çağlıyan’dan Kurdikidze sülalesinden Ahmet Akaltun’un dedesi Cemal Akaltun’un ise babasıdır. Asıl adı İsmail Akaltun’dur. İsmail Akaltun 1942-1946 döneminde de Çağlıyan’da muhtarlıkta yapmıştır. Yazara göre köy halkı tarafından kendisine “Müfettiş” lakabının takılmasının nedeni olarak “-O öyle olmayacak, şöyle olacak!- diye her konuya fikir belirtmesi” gösterilmiştir. Köyün renkli ve eğlenceleri yüzlerindendir.
- Muhtar: Eserde köy muhtarı ile geçen diyaloglarda muhtarın adı geçmese de yaptığımız araştırmada 1959 yılında Fevzi Temur’un muhtar olduğu değerlendirilmektedir.
- Bakkalcı Eşref: Günümüzde köyün cami lojmanı olarak kullanılan bölümün daha önce ahşap yapıda olduğu ve burada bir dükkanın bulunduğunu belirten yazar dükkan sahibinden Bakkalcı Eşref olarak bahsetmiştir. Bu kişinin Tepebaşı köyünden Eşref Gümüş olduğu bilinmektedir.
- Mercan Ağa: O dönemde Şartul’da yaşamaktadır ve burada hancılık yapmaktadır. Selahattin Yılmaz’ın kayınpederidir. Engin öğretenin eşi Servettin Bilir’in de babasıdır. Vefat etmiştir.
- İlkokul Mezunu Rahmi Özkan: Çağlıyan’da Davladze sülalesindendir. Çocuk yaşta yetim kalmış ve kardeşlerine bakmak zorunda olduğu için ortaokul eğitimine devam edememiş fakat yazara göre de küçük kardeşlerini ortaokula göndermek isteyen bilinçli delikanlılardandır. Kendisi Ankara’da yaşamaktadır.
- Alim: Yazara, Rabat’tan Çağlıyan köyüne kadar eşlik eden ve sürekli köy hakkında bilgi aktaran karakter Davladze sülalesinden Ali Özkan’dır. Ali Özkan’ın kardeşi ve eski Çağlıyan köyü muhtarlarından rahmetli Pançidze Süreyya Yılmaz’ın eşi Hatice Yılmaz’dan edinilen bilgiler çerçevesinde; Ali Özkan’ın o dönemde köyde “at bakıcılığı” ile ilgilendiği ve bu konuda öne çıkan kişilerden olduğu bilinmektedir. At bakıcılığı ve at kullanımındaki ustalığından dolayı olsa gerek ki yazar ve arkadaşının Rabat’tan Çağlıyan köyüne getirilmesi için köy halkı tarafından Ali Özkan görevlendirildiği düşünülmektedir. Ali Özkan vefat etmiştir.
9. Sonuç
Fakir Baykurt 1959 yılında Şavşat’ta öğretmenlik yaptığı sıradaki gözlemlerini Efkar Tepesi adlı romanında yazıya dökmüştür. Peki ya kitabın adı neden Efkar Tepesi’dir?
Şavşat’ta hâkim bir tepe olan Efkar Tepesi’nden bakıldığında Şavşat’ın tüm güzelliği görülmektedir. Bir tarafta muhteşem doğasıyla Şavşat bize şahane bir manzara sunarken diğer taraftan eğitimsiz köylüler, sefillik, yolsuz okullar, öğretmensiz ve doktorsuz köyler.. Aslında Efkar Tepesinden görülen manzara yazar için ülkedeki tüm köylerin portresidir. Yazar için Çağlıyan köyü ve diğer Şavşat köylerinde ele alınan sorunlar Türkiye’nin tüm köylerinin köy ve köylü sorunlarıdır.
1959 yılından günümüzü sürekli değişen ve gelişen süreçte Çağlıyan’da da çok şey değişti. Yazarın fiziki şartları yetersiz bulunan ve 1959 yılında 77 öğrencisi olan Çağlıyan İlkokulu öğrenci yetersizliğinden dolayı kapatıldı. O yıllarda köy halkı tarafından nüfusun artacağı ve toprakların köylülere yetmeyeceği endişesi hakim olsa da Çağlıyan köyü nüfusu yıldan yıla azaldı ve 1959 yılında 650 civarında olan köy nüfusu günümüzde 102’ye düştü. Köyden kente göç sürekli devam etti.
Günümüzde Çağlıyan halkının tamamına yakına şehirde yaşıyor ve gençler eğitim/öğretimini şehirlerde tamamlıyor. O yıllarda köyden bir doktorun çıkması ve köylüye hizmet etmesi yazar için çok şaşılacak bir durum olsa da günümüzde bu durum çok normal karşılanmaktadır. Gurbette yaşayan ve yazları köyüne gelerek anılarını tazeleyen, kısa bir tatil ile şehrin yükünü stresini üzerinden atan Çağlıyan halkından artık nice öğretmenler ve doktorlar çıkmakta ve ülkesine/köyüne hizmet etmektedir.
Bir gürcü köyü olan Çağlıyan köyünde gürcü kültürü ve gelenekleri yaşatılmaktadır. Yazarın dile getirdiği gibi köy ve köylü sorunlarının bir kısmı günümüz şartlarında da devam etse de bu durum geçmişten günümüzü köy sorunlarının çözümü noktasında çok uzun yol alındığı gerçeğini göz ardı etmemelidir.
Çağlıyan köyüne 1986 yılı sonlarında elektrik verilmiş, 1991 yazında da evlere telefon bağlanmıştır. 1969 yılında Orman İşletme Müdürlüğünün köy kenarına getirdiği yol, 1993 sonbaharında Köy Hizmetleri Müdürlüğü tarafından köy merkezine ve diğer mahallelere uzatılmış ve daha sonrasında yayla yolu yapımına başlanmıştır. İki üç yıl süren yayla yolu yapımı 1997 yılında tamamlanmıştır.
Çağlıyan köyünün modern ve çağdaş bir köy olması amacıyla geçmişten günümüze emek harcayan tüm değerlere ve yine geçmişten günümüze köye ve köylüye hizmeti ilke edinenlere, köy muhtarlarımıza ve bu eser incelemesinde desteğini esirgemeyen öğretmen Yaşar Süleyman Yazıcı’ya teşekkür ederim. Ayrıca yapılan incelemede doğru bilgi aktarımı konusunda her ne kadar titiz davranılsa da okuyucular tarafından tespit edilebilecek her türlü bilgi eksikliğinin veya hatanın iletilmesi halinde gerekli düzeltmelerin yapılacağını hatırlatmak isterim.
Ahmet YILMAZ
Dipnotlar:
[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Fakir_Baykurt
[2] http://www.kimkimdir.net.tr/kisiler/fakir-baykurt
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Efkar_Tepesi
[4] 1878 yılından sonra Dağıstan ve Kuzey Kafkasya’dan gelen muhacirlerin devlet tarafından iskân edilmeleriyle “Engiz” ismini alarak yerleşime başlamıştır. Engiz’in Türkçe olmadığı gerekçesiyle 1961 yılında değiştirilmiş ve yeni ismi “Ballıca” olmuştur. Ballıca’da 1970 yılında belediye olmuştur. 1988 yılında ilçe olarak 19 Mayıs’a bağlanmıştır.
[5] Yöreye özgü yağlı ekmek
[6] Erol ALKAN “https://www.youtube.com/watch?v=Xu8qYEQzyQA”
10 Yorum
Ufuk YILMAZ
Gayet başarılı bir kitap incelemesi olmuş Ahmet Bey. Yöremizin bu tarz araştırmacı insanlara ihtiyacı çok. Başarılarınızın devamını temenni eder iyi çalışmalar dilerim.
Atila Özcan Davladze
Sevgili Gençler
Çalışmalarınızı çok yakından izlemeye çalışıyorum.
Efkâr Tepesi kitabı ile ilgili yapmış olduğunuz inceleme ve araştırmaların için Ahmet Yilmaz (Pancidze)
Takdire şayan güzel bir çalışma olmuş
Takdir ediyor en kalbi duygularımla Almanyadan selam ve sevgilerimle
Ahmet YILMAZ
Yorumlarınız için teşekkürler, selam ve sevgilerle.
Hasan gümüş
Çok güzel bir eser sunulmuş biz geleceğe ve adı gecmiş şu anda hayatta olanlara sağlikli günler diliyorum..ahirete intikal etmiş büyüklerimize cümle gecmişlerimize Âllah rahmet etsin diyorum.bu eser de köyümüzde yaşanan eğitim zorluğunda yer verilmiş ve zorlu koşullarda okumak geleceğe daha sağlam eğilim sunmuştur..yazarımız Faik baykurt a çok teşekkür ederim.efkar tepesi adlı kitabı inşallah bulup alırım…ayrıca tüm yaşanmişlari ve sulalelerin isimlerini bize unutturmaya köyümüzün yazarı ismai yazici yida tebrik ediyorum.boyle güzel eserleri geleceğe aktardiği için ismai yazici ya canı gönülden teşekkür ederim..
Yıldız Temur
Çok güzel anlatılmış benim babam ve annem çağlayanlı ayhan temur ve nazire temur rahmetli oldular.annem her zaman eskilerden anlatırdı ilkokul anılırını 1.2.3. Sınıflar bir sınıfta 4.5. Sınıflar diğer sınıfta okurlarmış .ilkokul anlatıldığı gibi büyük bir taşın dibindeymiş .Annem anlatırken ben pür dikkat dinler sanki anı yaşardım .emeği geçenlere teşekkürler.
Ahmet YILMAZ
Yorumlarınız için teşekkürler, selamlar.
Deniz
Güzel bir çalışma olmuş. Emeğinize sağlık
Cesur KAYA
Ahmet YILMAZ ve Yaşar bey kardeşimizi bu güzel çalışmalarından dolayı tebrik ediyorum…emeklerinize sağlık .sizleri alkışlıyorum
Ahmet YILMAZ
Çok teşekkür ederiz Cesur abi.
Hasan Gümüş
Sonuna kadar okudum .çok duygulandım .eski insanlarımız çok çekmiş.bizim şu andaki halimize onlara ,o köyün ileri gelen eğitmenlerle çok şey borçluyuz.bunu buraya yazan ve dile getiren e çok teşekkür ederim.. adı geçen ölmüş lerimize Allah rahmet eylesin..